︎︎︎
A POOL PROBLEM AND A GRAMMATICAL ERROR
HAVUZ PROBLEMİ VE GRAMER HATASI
Written for and published on 212 Magazine Autumn-Winter 2024 issue “CURA”
Havuz problemi ve gramer hatası
Ne kadar çok sorusu karşısında, küçücük kollarını iki yana açarak her seferinde kocaman dünyaları içine sığdırdığına inanıp, sevgiyi ölçme girişimlerinin daha ilklerinde, kendi ölçüsüzlüğünün dehşetiyle karşılaşan çocuk kadar.
veya
Kesik çizgilerin üst üste gelerek birbirini tamamladığı kesintisiz çizgi sevdamdan vazgeçmek istiyorum.
Yegâne hayatlarımız, önemsenebilecek bütün şeyler havuzunda kendi yansımamızı seyrederken, kaçınılmaz olarak takınacağımız bir seçicilik sonucu şekillenir. Aynı anda yüze çarpacak olan merak, endişe, ilgi, dikkat, sorumluluk, ihtimam, kaygı, istenç, heyecan hem serinletir, hem ıslatır. İşte ancak işimize geldiğinde ayrıştırmayı uygun bularak taşıyabildiklerimiz, çıkış kaynaklarının aynı oluşu sebebiyle bir o kadar da birleşiktir. Birleştikleri anda (birleşik olduklarını anladığımız anda) yapabileceğimiz en iyi şey onları daha fazla ayrı tutmaya diretmemektir.
Önem verme halinin bizden çıkarak kendi dünyamıza doğru yayılan tek yönlü bir ok olduğunu düşünürsek, okun iliştiği yerlerden bize geri gelmesiyle beraber nice farklı görüntüler oluşur. Kimi görüntü tahminlerimizi yanıltmaz, fakat beklenmedik görüntüler oluşması daima ihtimaller dahilindedir. Okun hareketinde belki de bundan sonra artık çatallanmalar, ayrılan kollar, duruma göre uzamalar, kısalmalar görülmesi, ve en önemlisi de kırılmaması için daha esnek bir materyalden yapılması gerekir. Tüm bunlar bizden çıkarak dünyamıza yayılan, limitli bir rezervi bulunmamasına rağmen sadece doğru yönlendirmelerle güçlenecek özen ve önem hallerinin işlevselliği ve sürekliliği içindir.
Doğaldır, insanın başına her şey gelebilir. Önem vermeyi fazla ciddiye aldığımız bir anda yapabileceğimiz en iyi şey biraz omuz silkmek, biraz göz devirmek, biraz yatmak, biraz bakmamak, biraz çıkıp koşmaktır. Dengelerimizle oynandığını gördüğümüz anlarda yapabileceğimiz en iyi şey edilgen fiilleri kullanmayı terk etmek olabilir.
Edilgen fiiller en çok da özneleri bilinmeyen, veya özneleri bilinen ama bilinmezlikten gelinen cümlelerde kullanılır. Üstüne üstlük, umursamıyormuş gibi gözükenler en temelde en umursayanlar ve tersi; umursuyormuş gibi gözükenler de en temelde en umursamayanlardır.
Umursamamak, bizi boğazlayan ellerin nefes alabilelim diye geçici olarak ortadan kalkması için seçtiğimiz bir eylem olarak da düşünülebilir. Ya da en basitinden bir eylemsizlik. Ama işte insanın başına her şey gelebildiğinden, umursamamayı fazla ciddiye aldığımız anda yapabileceğimiz en iyi şey, okun bize geri dönüşüyle oluşan görüntüler arasında, banyolatmış olmamıza rağmen hâlâ ne hikmetse negatifi alınmış bir halde gözüküp de canımızı sıkanlara daha yakından bakabilecek cesareti ve samimiyeti yaşatmaktır. Bir süreliğine tüm yansıtıcı yüzeylerden uzaklaşmak da bir seçenek olabilir.
Mağaza vitrinlerinin, güneşin altında park etmiş arabaların camlarının ve insanların da içinde bulunduğu yansıtıcı yüzeyler kategorisi, mevzubahis ok için en uygun yaşam koşullarını sağlar. Şüphesiz ancak çarptığı yerden kırılarak bize kendini gösterecek olan ışık, ses ve figürler, sonraları düşünce ve duygu olarak adlandıracağımız (algının gizemli 2D’si olarak da bilinen) fenomenleri doğurur. Dolayısıyla kişide meydana gelenler yalnızca bir kırılmanın sonucudur. Algıdaki boyutu artırmak için yapılması gerekenler aşikârdır, belki de bir metinde zikredilemeyecek kadar. Gelgelelim bir hayalkırıklığına uğratış sonucu yapabileceğimiz en iyi şey ise savunmaya geçmemektir.
Bilinmeyenin yarattığı sıkışıklıkla baş etmek için kurulan savunma mekanizmalarının mekaniği, bir örümceğe ördüğü ağı neden ve nasıl öyle ördüğünü sorunca alamayacağımız cevap kadar gerçektir. Örümceklerin konuşamıyor olması bir yana, insanlar da elinde kılıç ve kalkanla gezdiğini çok zor itiraf edebilen bir türdür. Ne de olsa savaşlar artık cephede verilmez, artık atlar üzerine binilmez, pamuklu elbiseler dururken, (mevsim sıcaklıklarının da ortalamanın üstünde seyretmesiyle beraber) zırhlar artık giyilmez olmuştur. Otomatik garaj kapılarını andıran ve günümüz ilişkilerinin olmazsa olmazı gardlar, tıpkı suçlu hissetmemek için aynı anda birden fazla işi yapmak zorunda hisseden insan gibi, tüm bu eksikliklerin yerini tek başına ve güzelce doldurmaya yeterlidir.
Yegâne hayatlarımız diyerek sırtını genellemelere dayayan metin, nihayete erme yolunda adımlar atmaya başlamış, sağına soluna bakarak silkelenmek istemiştir. Genellemelerde kaybolduğumuzu anladığımız anlarda yapabileceğimiz en iyi şey birinci çoğul şahıs kullanımından birinci tekil şahısa geçmektir. Ve tüm dünyayı içimize alamayacağımıza göre bir mikrokozmos yaratıp içine makrokozmosu doldurabileceğimize inanmak, yapabileceğimiz çok güzel bir şeydir.
Bizim işaretimizle harekete geçecek olan okları, bizi işaret etmesini beklediğimiz okları, yüzeylerden kırılarak oluşanları, görüntülerin hepimizde oluşunu, seçiciliğin kaçınılmazlığını, aslında bir problemi olmayan havuzları ve dildeki istisnaları hatırlayarak, sadece buna ve sıkı sıkı inanmak.
Şöyle diyeyim mesela, dün burkulan bileğim bugün beni taşıyor, hiçbir şey olmamış gibi. Öğrenelim diyorum, ne gerekiyorsa öğrenelim. Bunun için, aynı hafta içinde, bir sürü kitabın kapağını açıyorum. Birinden beni uyarmasını rica ediyorum. Kendi acizliğime, belli değil, ağlıyor mu gülüyor muyum, duruma göre değişir. Ayak bileğime bakıyorum, ben onu iyi tanıyormuş gibi yaparken, o her seferinde beni ilk defa görmüş gibi yapıyor, imreniyorum.
Bu yüzden, elimi sana her attığımda, nereye dokunabileceğimi bilmiyorum. Uzuvlarının yeri değişmiyor, ama bana gelen bilgi genelde, aslında her şey değişiyor, ve değişmiyor hiçbir şey de. Bileğinle göz göze geliyorum, aksak bir ritim yakalıyoruz, bileğin aslında kendi gözlerinin olmadığını benden iyi biliyor.
Aksak ritimleri seviyorum, taşları döşenmemiş yolları, buzlu camları, bağlantısı kesilen telefon konuşmalarını, yani monologları, yani bir kenarı yırtık sayfaları, yani daha yazmadan yazmayı, ve aslında tüm aksaklıkları çok seviyorum. Tüm bunlarla beraber arkasına saklandıklarımı artık işte hiç de sevmiyorum. Sana veya bileğine anlatabileceklerimin ne kadar sınırlı olduğunu görüyorum. Sınırları çok seviyorum. Hele de ikimizinkiler üst üste binip de beraber kalın bir çizgi yaratıyorsa.
A pool problem and a grammatical error
How much?
As much as a child who opens her tiny arms wide in the face of this question, believing each time she could fit big worlds inside, yet who encounters the horror of her own immoderation at the very beginning of these attempts to measure love.
or
I want to give up my love for continuous lines created by individual dashes overlapping each other.
Our singular lives are shaped by the selectivity we inevitably adopt as we watch our reflection from the pool of all things that matter. Curiosity, worry, interest, attention, responsibility, care, anxiety, willingness, and excitement would simultaneously strike us in the face, having both cooling and wetting effects. Those we have the capacity to carry only by means of decomposing due to convenience, are in fact tightly united as they stem from the same source of origin. The moment they are united (when we realize that they indeed are), the best we can do is to not insist on considering them as separate.
If we think of the act of caring being a one-way arrow extending from us to our world, different images are formed as a result of the arrow bouncing back to us from wherever it touches. Some images do not mislead our prior guesses. However, unexpected images are also always a possibility. When that is the case, the movement of the arrow will perhaps have to have bifurcations, extensions and contractions depending on the situation, and most importantly, it will have to be made from a more flexible material to prevent from breaking. All of this, although not having a limited reserve, is for maintaining the act of caring, for it to be strengthened with our righteous guidance.
As normal as it gets, anything can happen to a person. When we happen to find ourselves caring too much, the best thing we can do is to shrug a little, roll our eyes a little, lie down a bit, look the other way, to go out and run. The best thing we can do when we see that our balance has been disrupted, is to stop using verbs in their passive forms. Passive verbs are mostly used in sentences whose subjects are unknown or whose subjects are known but better pretended to be unknown. On top of that, those who seem like they don't care are the ones who care the most and vice versa; those who seem to care are the ones who don't care the most.
Not caring can be thought of as an action we temporarily choose in order to remove the hands strangling us so that we can breathe. Or simply as inaction. But since anything can happen to us, the best thing we can do when we take not caring too seriously, is to have the courage and sincerity to take a closer look at the images that bother us, among those created when the arrow has made its way back, those that still seem to appear as negatives even though we had them developed. Moving away from all reflective surfaces may also be a good option.
The category of reflective surfaces, which includes storefronts, windows of cars parked under the sun, and people, provides optimal living conditions for the arrow in question. Light, sound and figures would undoubtedly reveal themselves to us by being refracted from where they hit, giving rise to phenomena that we would later call thoughts and emotions (also known as the mysterious 2D of perception). Therefore, what happens with a person is only the result of refractions. What needs to be done to expand the dimensions of our perception is obvious, perhaps too obvious to mention in a text. And the best thing we can do after a disappointment (expectation refraction) is not to get defensive.
Defense mechanisms, essentially established to cope with stress caused by the unknown, are as real as the answer we wouldn’t be able to get when we ask a spider why and how it weaves its web the way it does. Aside from the fact that spiders cannot talk, humans are a species that can hardly admit that they walk around with swords and shields in their hands. After all, wars are no longer fought on battlefields, horses are no longer ridden, and as seasonal temperatures are rising, armors are no longer opted for. Guards, resembling to automatic garage doors and known for being indispensable for today's relationships, are sufficient to replace all these deficiencies alone, just like the human who has to constantly multitask in order not to feel guilty.
The text, which started off with talking about our singular precious lives, has up until now relied itself on generalizations. Nevertheless, it is now taking steps towards reaching a conclusion, with the willingness to shake itself up by looking left and right. Although it is a rarely seen phenomenon in humans, it is important to shake off after getting wet. The best thing we can do when we realize that we got lost in generalizations, is to switch from using first person plural to first person singular.
And since we cannot contain the whole world as an individual, to believe that we could create microcosms and that we can fill it with the macrocosm, is a really beautiful thing we can do.
In keeping in mind the arrows waiting for our sign to take action, the arrows for which we want to be the sign, the formations after refractions, the surfaces, the universality of the images, the inevitability of selection processes, the pools that do not actually have a problem, and the exceptions in grammar, to just believe in this and believe in it firmly.
Let me put it this way, my ankle, for example, which was sprained yesterday, carries me today as if nothing had happened. I say let's learn then, let's learn whatever it takes. For this, I open a dozen books in the same week. I ask someone to warn me about something I did. It is not clear whether I am crying or laughing at my own weakness, depends on the situation. I gaze at my ankle, and while I pretend to know him really well, he always pretends to see me for the first time, I envy him.
So every time I reach out my hand to you, I don't know where exactly I would touch. The location of your limbs doesn’t change, but the information I receive is generally that while everything changes, nothing in fact does. I make eye contact with your ankle, we catch a limping rhythm together, but your ankle knows better than I do, that it doesn't have any eyes on its own.
I love limping rhythms, unpaved roads, frosted windows, disconnected phone lines, that is, monologues, that is, pages with torn edges, that is, writing without writing, and in fact, I love all the disruptions ever existed. With all this, I don't like anymore what I fancy hiding behind. I see how constrained I am in what I can explain to you or your ankle. I love boundaries. Especially when yours and mine overlap and create one thick line together.