Byproduct*29
Bu nüsha Haziran-Aralık 2024 sanatçıları arasında yer aldığım SAHA Studio 8. dönem çalışmalarım bünyesinde yazılmıştır.
Artık herkesin herkese göre olmayabileceği bilgisiyle oturuyorum her nerede oturuyorsam. Aklımda semantik ve araba kullanmanın yarattığı gerginliğe dair şeyler var. Gerginlik yaratan başka şeyler de var elbette ki. Bugün oraya bakmayacağım. Bugün nereye baksam bakmadığım bir yeri görüyorum.
Kendi nasırlarımı kendim tedavi edebileceğim bilgisiyle yürüyorum her nerede yürüyorsam. Eczaneden aldığım ilacı sürmek için sabırsızlanıyorum. Yaz geliyor ne de olsa. Ayaklarım açıkta, benliğim tamamen bir boşlukta. Bu saatten sonra her şey olabilir.
Geçtiğimiz günlerde aldığım en iyi tavsiye, yaptığım şeyi romantize etmemek üzerine oldu. Fakat stüdyodan çıktıktan yatağa girene dek geçen sürede istediğim kadar romantize edebilirmişim her şeyi. Akşamleyin beş ila altı saat bunu yerine getirmek için gayet yeterli gibi bir süre gibi duyuluyor. Romantize ettiğim şeyleri ertesi gün sistemik çalışmalarla işlemek mümkün müdür? Veya bu şalterleri öyle istediğimiz gibi açıp kapayabilmek?
Gelişmelerden haberdar ederim sizi.
Bugün stüdyoya eşyalarımın önemli bir kısmını taşıdım. Daktilom, bazı kitaplarım, çeşit çeşit bantlarım, farklı boyutlardaki duralitlerim, bugüne kadar yaptığım işler için matbaadan aldığım baskıların arşivi, performans metinlerimin bütün kopyaları, falçatam, en sevdiğim renkteki çivilerim, aydınger kağıtlarım, kuru boyalarım, füzenlerim, kumaşlarım, metal tellerim ve henüz nerede kullanacağımı bilmediğim bilimum materyaller artık beş kişinin çalışacağı bir mekanda kendi köşemi işaretleme içgüdüsüyle İMÇ’deki geçici evlerinde yerlerini buldular. Onlar nereye ben oraya bilgisinin harekete geçirici gücüyle bugün itibariyle yeni dönemi açmış bulunuyorum.
Son zamanlarda materyal dünyanın gerçekliğiyle baş etmeye çalışan duygusal akışlarımı gözlemliyorum. Bu sefer, fırsat verildiği takdirde fizikselliğin de şekillendirebileceği metafizikselliği ve bu şekilde kurulan diyaloglarını dinliyorum. Bu ikisi arasında inşa ettiğim yeni köprülerin kamu spotu olarak ise yazmaya ve anlatmaya devam ediyorum.
Yolda giderken Rick Rubin’in ev sahipliği yaptığı ve Andrew Huberman’ın konuk olduğu Tetragrammaton podcast bölümünü dinliyordum. Ancak unutmayacağımızdan emin olduğumuz deneyimler hakkında yazmadığımızı anladım Avrasya Tüneli’ne bağlanan yolda. Bir yandan hayatın artık dillendirmeme gerek kalmayan tarafları artsın isterken, bir yandan da yazma kaslarımı yeni ve işlevsel yerlere nasıl yönlendirebilirim diye bakıyorum. Korku dolu gözlerle.
Hafızanın yapısı gereği yazmak durumunda olduğumuz aşikar. Bazı şeyleri yazmasak da unutmayacağımız, unutmayacağımız için de yazmadığımız aşikar. Ne anlatacağımı bilmediğim, gittikçe sadeleşen günleri önüme aldım. Hatırlıyorum. Hatırlıyor musun? Veya sizi bir yerden çıkaracak gibiyim. Veya hatırlayamadım yazmıştım ama bir yerlere.
Öptüm.
Z
saha kaydı*2
Byproduct*30
Bu nüsha Haziran-Aralık 2024 sanatçıları arasında yer aldığım SAHA Studio 8. dönem çalışmalarım bünyesinde yazılmıştır.
Sana neden görebildiğinden fazlasını anlatmamın iyi olacağını düşündüm, bilmiyorum.
Canım doğru sıcaklıkta yandığında, çok iyi yazabiliyorum. Bu dereceyi mekanik olarak tutturmak mümkün olmadığından, olaylar ve tepkiler silsilesi kırk yılın başı beni ideal bir sıcaklığa getirdiğinde de fırsatı asla kaçırmıyorum. Nerede olduğumun bir önemi yok. Çıkarır ve yazarım. Veya çıkar ve yazarım.
Uzamış çimenlerin arasına şişeni koyabileceğin uygunlukta bir düzlüğü sezgisel olarak gözlerinle aramak gibi, çocukken tatlı su kaplumbağamızın evde kaybolduktan bir hafta sonra suyu takip ettiği için banyoda saklanmış bir halde bulunması gibi, durmak istediğimde frene, hızlanmak istediğimde gaza basmam, hatta daha da iyisi, şerit değiştirmeden önce sinyal vermem gibi, belki de işedikten sonra mutlaka dönüp kendi çişini koklayan köpeğimiz gibi, işte dışarıyı ve kendimi, merkezin yer değiştirişini, gülmemle ağlamamın arkasında yatan sebepleri, onlara sorulsa kendilerini asla bir sebep olarak görmek istemeyecek faktörleri, ne münasebet canım, ben de istememiştim böyle olmasını, gibi, işte seyrediyorum olanları.
Muhtemelen olmayanları da seyrediyorum.
Bu sefer hissettiğim anda değil, sonrasında yazdım. Dün geceden bugüne kalanlar yani. Yasemin yaz dedi, sonra dönüp bakarsın. Yazamam dedim, çok korkunç bu olan biten. Gerçi hiçbir şey bitmiş gibi değil. Tam ortasındayım.
Soy gaz veya asal gaz, standard şartlar altında her biri, diğer elementlere kıyasla daha düşük kimyasal reaktifliğe sahip, kokusuz, renksiz, tek atomlu gaz olan kimyasal element grubudur.
Bundan daha da kötü olmayacak dedi. Önümüzdeki haftayı sordum. Peki ya o zaman?
İnert yapıları sayesinde, kimyasal reaksiyon istenmeyen durumlarda kullanılmaya uygundurlar. En dış elektron kabukları tamamen değerlik elektronlarla dolu olduğundan dolayı reaksiyona girme eğilimleri düşüktür.
Öncelerde, iyi oluşun devam etmemesi için herhangi bir sebep üretmekten koşarak uzaklaşırdım. Öyle neşeli olmaktan bahsediyorum ki, işlerin tersine çevrildiği herhangi bir senaryoya inanacak bir iğne deliği bile bırakmadan hayali ufuk çizgilerine doğru sadece koşmak.
3 gibi yattım. 11’de kalktım. Yürümeye çıkmadım. Hazırlanıp stüdyoya gideceğim.
Nasıl hareket etsem diye düşünüyorum. Edemeyeceğim sanırım.
Zamanın sürekli farkında oluşumuzu konuştuk. Günleri, saatleri, daha onlar kendileri bile oradan yeni geçerken saydığımızı, her şeyi nasıl da bildiğimizi, nasıl da kontrol ettiğimizi. İşte böyle zamanlarda teslimiyet aslen ne demek olduğunu belli ediyor.
Aslen nereli olduğunu.
Eşikteyim. Eşikliyim ben. Yüz yüze çarpıştırdığım gerçeklikler arasında kendime göre bir bahçem var. Yeşer(t)mek için çok geniş arazilerimiz olmasa da yine de köyümüz uzaktan şirin, kompakt ve huzurlu gözükür.
Halbuki Yasemin dedi ki 7 gün iyiyim desen, 8. gün ise başka bir şey. Ne olabilir ki?
Eksik benlik üzerine bir video izledim. Yapılacak çok iş var gibi duruyor. (terapide) terminasyona giriyoruz. Terminasyon da bitince artık biz olmayacağız. “Termine ettim” (birinci tekil şahıs), şeklinde duyulacak.
Periyodik tablonun en sağındaki grupta yer alan soy gazlar elektron dizilişleri hayli kararlı olduğu için tepkimeye girme konusunda isteksizdir.
Zamanı tutuşumuz, akan nehri kovalara koyuşumuz, zamanı hızlandırışımız, zihni bedenden önce getirişimiz, bu dünyada da yapılabilecek bir şeyler olduğunu bazen göremeyişimiz, iyi olmaya direnişimiz, aslında bizim değil de mekaniğin direnişi, korkuşu, nehri kovalayışı (hem içinden kesitler almak için kovalara doldurarak hem de işte peşinden koşarak), dans edişimiz, yürüyüşümüz, zihinden çıkışımız, ama içinde kalıncaki dövüşümüz, şimdi terziye bırakacağım kıyafetleri torbalamam lazım.
En dış elektron kabuklarında mümkün olan en fazla sayıda değerlik elektronu bulunan soy gazlar dışındaki elementler ise kimyasal bağlar oluşturarak elektron dizilişlerini soy gazlara benzetmeye çalışır. Bu, kimyanın ortaya çıkış sebebidir.
Serotonin için maca tozu içiyorum. Hormon testi de yaptıracağım. Hareket edeceğim. İçinde kalacağım. Elimdeki kovaları sakince yere bırakacağım. Nehri seyredeceğim.
Sorulduğunda bir borçlanma hissetmeden iyiyim diyeceğim. Buna inanmakta zorlanacağım. Buna inanmayı kolaylaştıracağım. Eşikten atlayacağım.
Seni ve beni zamana tabii tutmayacağım. Bunun için ağlamayacağım. Sana derdimi anlatmayacağım. Dertlenmeyeceğim.
Piyano çalacağım. İki elimi birbirine bağlayacağım, ip kullanmadan, havada, ve sadece kaslarıma öğreteceğim.
Her ne çalıyorsam piano piano ve kaslarıma sabırla yeteri kadar öğrenme vakti tanıdığımda her şeyi çalabileceğim.
Zamanı yavaşlatacağım. Geniş zamanlar umacağım. Anlamadığımı yazacak, anladıktan sonra belki konuşmayacağım. Bağırsaklarıma da baktıracağım. Aramanı beklemeyeceğim. Beni daha çok sevdiğini düşünmeyeceğim. Sadece farklı olduğunu getireceğim aklıma ve istersem neler yapabileceğimi. İsteyeceğim.
Tüm kaslarımı haberdar edeceğim.
Elektronlarımı tamamlayacağım.
Soy gaz olana dek soy gaz gibi davranacağım.
Kendimin ortaya çıkış sebebi olacağım.
saha kaydı*3
Byproduct*31
Bu nüsha Haziran-Aralık 2024 sanatçıları arasında yer aldığım SAHA Studio 8. dönem çalışmalarım bünyesinde yazılmıştır.
Susturulduğum her an için bir ağıt, yazdığım her yeni şey için bir kağıt yakıyorum. Her şeyi abartıyorum.
Asıl söylemek istediklerimi kağıtlara yazdığımı düşünmüyorum. Oysa gitmek için bir kere sormanın ve geri dönmek için iki kere sormanın oldukça yeterli olduğunu düşünüyorum. Üçüncüyü bilmiyorum.
Sorulsaydı, söylerdim.
Ne bir şeyin olması, ne de bir şeyin olmaması üzerinden yaşanan mutluluk.
Elim kasığıma gidiyor, orası benim. Aklım sana gidiyor, orası benim değil. Elim kaşındı elim elime gidiyor, orası işte benim. Aklım düne gidiyor, orası artık benim değil.
Böyle görüyorum olanı biteni, böyle izliyorum sizleri. Yazamadım işte günlerdir, yeterince uzaklaşamadığım için. Dediğim gibi, elim size gidiyor, orası da benim dememek için eğitiyorum kendimi.
Birini sevmekle sevgili olmak arasındaki farkları sayıyorum içimden bu sabah. Bir iki üç dört. Hayır, elbette ki böyle duyulmuyor. Daha çok, beklentiler var, beklentiler karşılanmıyor, sevginin önüne geçiliyor gibi bir minvalde. Bu ve varyasyonları. Dün varken bugün olmaması gibi, yukarıda da görüldüğü üzere dün ne istediğimi bilirken, bugün ne istediğimi bilmemek gibi. Farklı olabilir miydi gibi. Farklı yapabilir miydim bir şeyleri gibi. İşte sevmek tek kişilikse sevgili olmak iki kişilik olduğundan farklı yapabilir miydik sorusunun ortalıklarda artık olmaması gibi. Ayrılmak gibi işte.
Yazıdan, sadece yazmam gerektiği ve her şeyin onunla başlaması gerektiği baskısını kaldırmak.
Başka şeylerin yazıya, yazının da başka şeylere dönüşmesine izin vermek.
Yazıyı sadece yazarak yapmamak.
Yaşın sorulduğunda söylememek.
Yazıyı sadece yazmak için yazmamak, başka ne için yazdığını bulmak.
Başka şeyleri sadece yazmak için yapmamak, başka ne için yapıldığını bulmak, ve tüm bunların yazıya nasıl dökülebileceğini anlamak.
Yazmakla diğer şeyleri bu kadar ayırmamak.
Eylemler arası geçirgenlik, fikirler arası akış, tek kanallı güven yerleştirmesi.
Şimdi sevgili olmanın yapı taşlarından birinin onun ağzından çıkan her şeyden hoşlanmak olup olmadığını düşünüyorum.
Seni seviyorum. Burası değişmeyen bir gerçeklik. Aynı zamanda sevgili olmak istemiyorum (burada -da ayrı yazılır, hata ettim).
Şimdi çarşıdayım. Etrafı seyrediyorum. Yazdıklarımı seyrediyorum.
Şimdi de çarşıdayım. Siz görmeseniz veya okumasanız bile dünkü aynı başlayan cümleyle bunun arasında bir sürü şey oldu.
Birbirlerine iple bağlı bir grup dağcı. Resmini çizmek istediğim ne çok şey var. Olan şeylerin bir nevi yeniden temsili. Eylemi veya görüntüyü zihne çevirmek, sonra zihnin çevirisini zihinde yapmak. Sonra zihni eyleme geri çevirmek.
Sabah buradayım ve yazıyorum. Dün hoşlandığın bir şeyden neden hoşlandığının motivasyonlarını açık ettiğin için teşekkür ederim.
Burada’nın neresi olduğunu bilmiyorsunuz galiba.
Bugün inanılmaz itiraflarla geliyorum.
Bizi dağıtanın konuşmak olduğunu biliyordum da, asıl meselenin kimle konuştuğun olduğunu biliyordum da, tatmin olmadığımda gözümün başka yerlere kaydığını biliyordum da, her şeye rağmen kendimde, kendimle olmanın önemini, oraya varacak yolun taşlarının önemini, oranın varolduğunu biliyordum da, konuştukça dağıldığımı, sustukça sıkışıklığımı, göremedikçe açlığımı, dindirilmesi için neyin gerektiğini biliyordum da, fevri kararlar alabildiğimi biliyordum da, öfkeli olduğumu biliyordum da, sabırsız olduğumu biliyordum da,
ne bu kadarını biliyordum,
ne de hiç bir şey bilmiyordum.
Ne yapman gerektiğini bilsem de sana söylemeyeceğim.
Kendi referanslarına tutunmak.
Kitabın arkasında sigara yakmak.
Rüzgar var.
(rüzgar var kadar küçük / eylemsel / gerçek / olan / olağan bir şeyi satır satır başka şeylerle anlatmak)
field recording*4
Byproduct*32
This edition was written as part of my process at SAHA Studio, where I am among the 8th term artists between June and December 2024.
This morning I've been counting the differences between being a good person and being a bad person.
One, two, three, four. This time it sounds exactly like this.
To my surprise, last night on the balcony I was explaining how all my life I’ve worked towards negating distinctions between good or bad, right or wrong, before or after; allowing myself to have a space so free, I could do anything I desire in it. I’ve realized on the balcony, that this is what I do, my blessing and my curse.
These distinctions I don't make have me swimming in swamps I believe no one else sees. As in, their ability to understand the swamp, or to be in it with me. A system where I may hold even the coffee cup responsible for everything that happens. Or sometimes a high dose of compassion I feel towards it for simply doing the task at hand, holding the coffee. Just because it exists.
The swamp keeps me arrogant. But it also holds my reality.
One beautiful downside to love is its capacity to hold you accountable. That’s why we play hide and seek with it. And swamps are perfect environments for the game.
Everything that comes my way seems familiar from somewhere else.
I forgot what I knew when I was born, my hope is to remember before I die.
There must be a connection between pain and pop music. Or between reality and pain and reality and pop music.
When given an explanation for it afterwards, an action poses the question of whether it occurred because of the explanation in the first place, perhaps it having existed regardless of the action, by itself, in the mind. Therefore does any action remain to simply be an action? Only when not explained perhaps.
I don’t have much of an explanation for what has been going on in my life lately. Which makes it more a totality of succeeding actions instead of a fragmented reality of explanation-bound thought patterns.
He-said + she-said = 0
The ambitions of writing once more comes into question. I resort to other forms of expression that lack the intrinsic feature of sounding like an explanation. Paintings barely ever explain something. Or images at large. Or even performative gestures.
I resort to old techniques to keep myself cool. For example, instead of air conditioning, I compress my neck and feet with blue gels from the freezer.
Yet it is completely unknown to me what I do to cool myself off from an event, a person, an idea, a task or a belief.
I discovered yesterday that staring at the mirror helps when talking on the phone. Much like love, a reflection has the potential to hold oneself accountable. But is that what we are seeking, an accountant?
I already told you I have nothing to explain.
except
that I wouldn’t agree with you
if the past has to come before now
and if the future will always have to come later.
I do not agree with you when you do not listen,
you do not agree with me when I think you don’t.
We still love each other, why wouldn’t we?
We have been alive for as long as we could remember.
I have nothing to explain.
saha kaydı*5
Byproduct*33
Bu nüsha Haziran-Aralık 2024 sanatçıları arasında yer aldığım SAHA Studio 8. dönem çalışmalarım bünyesinde yazılmıştır.
Bu hafta adamlar hakkında yazıyorum; bir köşede zihnimde yazdığım ama onların sonradan yalanladıkları, diğer köşede ise daha önce aklımın ucundan dahi geçmemiş ama yeni bilgi olarak yazıp elime tutuşturdukları.
Artık kimse yazmıyor adamları. Kimse ilgilenmiyor adamlarla.
Ara dönem açık stüdyo günlerine yaklaşıyoruz. Yüzeye oyulu dağlar, kağıtlara yazılı listeler, duvarlara çakılı çiviler, tırnaklar arasında kalmış yağlı pasteller, havada uçuşan sunta tozu, matbaalar google search, depoya eşya taşımam ve her şeyi biraz daha otobiyografikleştirmem lazım.
Işıkları her şey yerleştikten sonra ayarlayacağım. Veya her şey yerleşirken paralel götürmeyi seçtiğim bir süreç de olabilir ışıklar.
Bu hafta bazı insanlar duyduklarından memnun değiller. Düşünüyorum, çok mu susuyoruz bazen?
Beni her düşündüğümü söyleyebileceğime ikna eden benim. Problem, çok da zor ikna olmuyorum. Algıladığımla gerçek olanın arasındaki boşluğu iki tane tek kişilik yatağı çift kişilik bir yatağa dönüştürürcesine kapatıyorum. Boyutuna ben karar veriyorum. Bazı şeyleri yazabilmek için bu boşlukları görmezden gelebilmek önemli diye inanıyorum. Ama üzerinde fazla tepinirsen o yatakların birleştirildiği yerden ayrılacağı, belki kırılacağı aşikar. Ne de olsa hem yataklar, hem de sen başka bir şeyi taklit ediyorsunuz. Bunu asla kimseye itiraf etmezsiniz. Belki yazı bittikten sonra.
Elbette ki tepiniliyor bu yataklarda. Elbette ki kırılıyor ve ayrılıyor yataklar. Kendim kapattığım boşlukla bakışırken, düşünüyorum, çok mu konuşuyoruz bazen?
Bugünü Pazartesi zannetmem gibi mesela.
Veya bir Salı günü geç kahvaltı etmişsem sokakta birinin yanından geçerken “İyi Pazarlar” demem gibi.
Pazar günü, semantik bir problem.
Seçebileceğin tüm şeyler arasında
şimdiyi seçmeye
anda kalmak denir.
Sadece adı böyledir.
Akıntı öylesine güçlüdür ki,
kendi kendimize yarattığımız imgelerden bile
sürekli kaçarız. Akıntı zaten hareket halindedir.
Yapmamız gereken yegâne şey durmak olduğu halde
kaçma ve kovalama eylemlerini akıntıya biz yakıştırırız.
Zaten onun adı da akıntı değildir.
Bir zamanlar, ben çok acı içindeyken
-bir şeyin tam da içindeyken işte, dışına çıkmaya, kaçmaya çalışmıyorken-
akıntıyı durup izlediğim yerden onun tasviri,
kelimeleri, anlamı, ifadesi, çevirisi üzerine yoğun bir şekilde çalışabilmiştim.
Mevzu acı bile olmuş olsa
olanı kabullendiğin noktada
-ki kabullenmemek için elimize çok fazla sebep verilmiştir-
ona kelimeler üflemek, veya onun üflediği kelimeleri yan yana getirmek çok kolaydır.
Kolay değil, doğaldır.
Seyir halinde ayağa kalkmamak gerekitği gibi, seyir halinde bir yere tutunmak da önemlidir.
Seyir halindeyken seyir halinde olduğunu anlamak her şeyi değiştirebilir.
Yazarak bir yere varılamayacağı gerçeğini, sözlük objesinin varoluşu açıklar. Kelimelerin başka kelimelerle açıklanması gereken bir düzlem, anlam dolaşıklığını bize gösterse de, ve bu çok romantik gözükse de, semboller gerçeğin karşısında sembol olmaktan öteye geçemez. Anlam, anlam olmaktan öteye geçemez.
Dağ gerçekte olan ise, dağı anlatmak, dağa bakarak eteklerinde dolaşmak gibidir.
Sözlüğün kendi içindeki döngüsü, dağın eteklerinde yapılacak çok keyifli bir yürüyüş, kendi kuyruğunu kovalayan bir hayvan, kendi varlığına başvuran, kendi varlığından bahseden, kendi varlığıyla ilgilenen bir sanat işi.
27-28 Eylül tarihlerinde, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı 5. blok’ta yer alan SAHA Studio, kapılarını benim adıma bu sorular etrafında açacak.
Görüşmek dileğiyle,
çok düşündüğümüz için
evrenin birimi enerji,
yine de hala bir resim karşılığında karnımız doysa
veya güzel ayakkabılar edinebilsek
iyi olabilirdi.
saha kaydı*6
Byproduct*34
Uzun bir sürenin ardından buradayım. Bu saha kaydı*’nın son nüshası.
Ara dönem açık stüdyo buluşmasına yaptığım davetten sonra içimde de dışımda bir sessizlik hüküm sürmeye başladı. Daha doğrusu onu da önceleyen büyük bir gürültü.
Süreçte kalmakta zorlandığım gerçeğinin fısıltıları yükselmeye başladı. Önce şehir efsanesi canım, inanmayın böyle hurafelere dedim.
Sonra, çoğu zaman yapmaya çalıştığım gibi, gitmeyen sızının sebebini karşıma alıp onunla konuşmaya çalıştım. 2 hafta boyunca yaptığım konuşmalarda çuvalladım.
Akan nehri nasıl da kovaladığımız hakkında başka bir bültende yazmıştım. Yani hem nasıl peşinden koşarak kovaladığımızı, hem de akmakta olan suya, onun ne hacmini, ne hareketini, ne rengini, ne de özünü yakalayabilmemizi sağlayacak kovaları içine daldırıp daldırıp çıkardığımızı. Coğrafya derslerinden görmeye aşina olduğumuz yeryüzü kesitleri gibi, hepimizin de bildiği üzere, farklı yerküre katmanları o kadar da net sınırlarla ayrılmış değil birbirinden.


Neyi kovalıyorsun Zeynep? ikiye üçe beşe bölünerek cevaplamaya başladığım bir soru oldu. Ama kelimelerle değil. Kelimeler ince saplı çok amaçlı kovaların ta kendisi olabiliyor bazen.
neyden kaçıyorsun Zeynep? neyi neye doldurmaya çalışıyorsun Zeynep? nereye doğru koşuyorsun Zeynep? neyin bütünlüğünü, tamamlanmış gözükme uğruna bölüyorsun Zeynep? neyi tamamlamaya çalışıyorsun Zeynep? tamamlaman gereken ne var ki Zeynep? peki açıklaman gereken? pislik ilaç şirketleri gibi, hastalığı çözme vaadiyle problemin bütününü asla görmeyen haplardan neden sen de piyasaya sürmeye çalışıyorsun Zeynep?
sonra, yavaş yavaş,
nereden çıkarak nereye aktığını bilmediğin bir nehrin ebedi koruyucusu ünvanını kendi kendine vermek istemez misin Zeynep?
Emir askerdeyken ona tuttuğum defterden bir kesit:
Bu defterin en sevdiğim yanı, tamamının el yazısı olması. Öteden beri elle yazmakla bilgisayara yazmak arasında derinlerde bir yerde hissettiğim dev bir fark olduğunu biliyordum. Daha önce bunu kendime de dışarıya da zaman zaman açıklamaya çalıştım. Her seferinde elle bir şeyi yazmayı, klavye kullanmaya tercih ettim. Daha doğru, daha iyi hissettiriyor deyip çok da irdelemedim. Şimdilerde bu gizem kendi kendini çözmeye başladı. Önce Anne Carson'un bir röportajında "Marking thoughts and typing thoughts are two different things." dediğini duymamla. Evet dedim, düşüncelerimin izlerini bırakmak, onların tekdüze, ritimsiz, hareketsiz ve dijital karşılıklarını oluşturmamak benim yaptığım. Sonra kendimi daha da fazla çizerken buldum. Ama öyle bir "final image" elde etmek kaygısıyla değil, elimin o an sergilemek istediği hareketi kaydedercesine. Yine bir düşüncenin, bir ruh halinin bıraktığı izleri bırakırcasına, izlercesine. Şimdi neden birçok yazarın çizimlerinin de olduğunu daha iyi anlıyorum. Bazı şeylerin dilsel yerine jestürel çevirileri var. Bazı şeylerin anlamını değil hareketini kaydetmeye ihtiyacım var. Bazen yazmaya değil, çizmeye ihtiyacım olduğu gibi, çoğu zaman bir dosya açıp tuşlara basmaya değil, kalemi kağıda sürtmeye ihtiyacım var. Kolum şimdiden ağrımaya başladı.
Şimdi ise defterden ekrana aktarış esnasında gözlerim biraz yanmaya başladı. Uzun süren bir ekransızlık için askere bile gidebilirim sanırım.
Bugün stüdyoya gelirken yolda aldığım bir not:
Bazen insan kendini sistemin içine güzelce bırakıverir. Spotify’da en güzel 40 piyano klasiği çalma listesine tıklamak gibi.
Neyi nasıl seçmemiz gerektiğini, havuzların içinden neleri seçerek kendimizi oluşturmamız gerektiğini bilemediğimiz bir halde bakıyoruz dünyaya. Her şeyin miktarı başımı döndürüyor. Dünya bugünlere öteden beri birike birike mi geldi? Onun için önceden seçilmiş olana ilerlemekten daha kolay pek az şey var günümüz insanı için. Bunu yapma hakkımı, hayatımı nasıl kurgulayacağımdan ziyade bazen hangi şarkıları dinleyeceğimde kullanmayı tercih ediyorum. Hangi “vibe” müzik dinleyeceğini bildikten sonra belki bir tuşa basabilirken, hangi “vibe” bir hayat istediğini bildikten sonraki aksiyon planı bir tuşla tekdüzeleştirilemeyecek kadar taşkın.
Yukarıdakileri yazalı epey oldu. Aşağıdakileri geçtiğimiz Pazar yazdım:
Elbette ki kapı açılıp biri girinceye dek süren yalnızlık diye bir şey var.
Daha 1 sayfayı bulmadan kişi sayısı 2'ye ulaştı.
Evler bunun için mi var? Birlikte yaşamak için mi?
Sürekli kapı açılsın da içeri biri girsin diye mi?
Yoksa, evlerin kapıları var, ve kapılar açılmaması gereken zamanlarda açılmasın diye mi?
Dışarıda bırakmak için mi yoksa almak için var?
Ağızlarımız mesela, düşünceleri.
Gözlerimiz, paketlemeleri.
Kalbimiz, gerçekleri. Veya her neyse.
Söyleyebilmek üzere tam da oluşmamış, oluşumu tamamlanmamış gözlemlerle, çıkarımlarla, hislerle oturuyorum.
Yazmanın tamamlanmamışlıkla ilişkisi hakkında yazmıştım daha önce:
tamamlanmamış olanın yazıya dökülerek tamamlanmasını.
Tamamlanma ihtiyacının halbuki, sürekli zihin tarafından
karşılanmaya çalışması.
Eve benden sonra gelen oldu, odamın kapısını hala açık tutuyorum.
Çünkü zihnim buraya açık, kağıda, kaleme,
bu tek kişilik deri ve ahşap koltuğa.
Kapı eşiğinin çizgisinin dışında olana değil.
Dinginleşmeye başladım siz öyle diyince.
Bir savaşı dindirdim.
Herkesi kapsamaya çalıştım derken hep ertesi gün oldu.
Rutinlerim, acil olanı elimden götürdü.
Bakımım, kendime bakışımı yumuşattı.
Çarpıştıracak çok da bir gerçeklik kalmadı.
Oyunun kurallarını eylemlerim yazmaya başladı, eylemlerim kurallara göre oluşmadı.
Arzularım da başrol oyuncularındandı, haliyle
korkularımın elinden tuttukları için elbette korkularım da meydandaydı.
Henüz nasıl seslendireceğimizi bilmediğimiz bir şarkı yazıyoruz hep beraber.
Yazmıyoruz belki de, duymaya çalışıyoruz önce.
Gözlerimiz kapalı. Paketlemeleri görmüyoruz.
Ama bu doğru bir yol mu?
Eylemi var edecek şey, eylem gerçekleşmeden var olabilir mi?
Bence hayır.
O yüzden bir Pazar öğleden sonrası, yazıyorum işte.
Kalemi bitirmek bahanesi, büyümek bahanesi, anlamak bahanesi.
Hiçbir şeyi anlamak istemiyorum.
Söndürmek için önce tüm yüzeyi eritmiş olması gerekir ya mumun,
bir homojenlik arayışıdır ya bu, işte emin olamıyorum.
Ne kadar vaktim var diye.
Vakit nedir diye de emin olamıyorum.
Hikayeler yazmakla mı barıştım yoksa?
Kabul mu ettim kurgunun gerçeğin ta kendisi olduğunu bir bakıma?
Kanadığımı, ayda 1 kez, en az 6 gün.
Evimden uzun süre uzakta olmayı sevmediğimi, bir evimin olmadığını,
ayak baş parmağımı, diğer parmaklarımdan fiziksel olarak ayırmanın iyi hissettirdiğini,
ama belki de hiçbir şeyin ayrışmaması gerektiğini,
iki gözün tek göze inmesi,
parçalı düşüncenin verdiği acıyı,
hiçbir hissimin bir diğerini unutturmaması gerektiğini,
heybetimin acımın yanında,
benliğimin ötekinin yanında,
kızgınlığımın şefkatimin yanında,
başarımın yoldaki taşların arasında
ve içi içe, erkekle kadının,
nasıl ki içime girdiğinde bütünleşiyorsak,
çocuk mu yapmalıyız bir şeyleri bütünlemek için artık?
Hele de doğamız elveriyorsa, arzumuz,
tüm bu birleşimleri hele de mumu ateşle değil suyla yakmak istiyorsam,
nasıl yakabileceğimi biliyorsam, ve yakabiliyorsam,
en karanlık anlarda da,
istediğimde çıkarıp yazıyor olmam gibi,
kitabın adının tutkal olması gibi, çünkü neden ayrı dursun tüm parçalar,
neden hepsinin ayrı ayrı isimleri olsun,
neden arada derzler olsun,
neden yan yana uyumayalım ki,
aynı rüyayı görmekten korkmazken
ve yine de her bir bilinç altı başka şeyler püskürtüyorken zaten üzerimize,
ağlarken neden gülebilenin de biz olduğunu,
hatta daha da iyisi, güldürebilenin de biz olduğunu neden unutalım ki?
Neden cebimizde bir tutkal şişesiyle dolaşmayalım ki düyayı karışlarken?
Bizi evimize sokacak anahtarlarla aynı cepte
neden bir tutkal şişesi de bulunmasın ki?
18-19-20-21 Aralık tarihlerinde İMÇ 5. blokta yer alan SAHA Studio final açık stüdyo günlerine sizi davet ederek, saha kaydı*’nı bitiriyorum.